REMZİYE TEYZE


Annemler altı kardeşti. Üçü erkek üçü kız… Ama “Diktaş” soyadı yürümedi “sözüm, illâ soyadım yürüsün” diye erkek çocuğu isteyenlere). Fethi Dayım hiç evlenmedi. Birkaç kez teşebbüs etti; hiç unutmam bir keresinde ben de onu temsilen görücülüğe gittim. Güyâ ben beğenirsem bu iş olacaktı. Oysa, ben beğendiğim hâlde çeşitli bahânelerle gene evlilikten sıyırdı. O zamanlar çok bilinen halkevlerinde tiyatro yapar, çok da tutulurdu. Ortanca dayım Ahmet geç evlendi, çocuğu olmadı. En büyükleri Recep dayımın tek çocuğu Türkân’la da Diktaş soyadı tükendi. Kızlar, annem Sâdiye, Teyzem Nâciye ve küçük teyzem Remziye idi.

Burada anlatacağım kişi, baba çok erken öldüğü için kendisine sahip çıkan beş kardeşinin ve anneannemizin aşırı ilgisiyle büyüyen Remziye Teyzem’dir. O hiçbir zaman büyümedi. Bizler doğduk, büyüdük, onu geçtik, ama o çocukluktan kurtulamadı. Hep baskıyla yaşadığından, annesinin veya diğer büyüklerinin onayını almadan hiçbir işi yapamazdı. Bu durum, büyüklerin olduğu kadar bizim için de alay konusuydu. Taklidini yapardık:
-Ha anne, pencereden bakayım mı?
-Ha anne, su içeyim mi ?
-Ha anne, bakkala gideyim mi?
-Ha anne, yemek yiyeyim mi?.. Tuvalete gideyim mi?
Samatya’da Dulhaniye Meydanı’nda iki katlı bir evin üst katında onlar oturur, alt katı da kiraya verirlerdi. Bu evde oturup ayrılan kiracıları anlatmak başlıbaşına bir kitap olur. O kadar değişik insanlar geldi gitti ki... Hiç unutmam, yetişkin dört kişilik bir aile taşınmıştı. Karı-koca ve adamın erkek kardeşleri. Başlangıçta ne iş yaptıklarını bilmiyorduk. Evi, o dönem için yüksek sayılacak bir kirayla tutmuşlardı. İki ay muntazam kira ödüyorlar; üç ay geçiyor hiç ödeme yapmıyorlar ve gün geliyor birikmiş kiraları fazlasıyla ödüyorlardı.
Sonradan öğrendik ki bunlar yankesiciymiş! Esaslı vurgun yaptıklarında içkili sofra kurulur, evden neşeli sesler, şarkılar yükselirdi. Yâni, bir başkasının üzüntüsü bunların keyfi olurdu. Onları evden çıkarana kadar gerek biz, gerekse karakol üç ay kadar uğraştık.
Bir başka kiracının Müjgân adında bir dilsiz kızı vardı. Kızın kusuru sadece dili değildi. Zekâsı da yerinde olmayan, ama fiziği düzgün, yetişkin bir genç kızdı. Camın önüne oturur, gelen-geçen gençlere tebessüm ederdi. Onu tanımayanlar, “..kız bize güldü!..” diye sokaktan devamlı geçerlerdi. Bu manzarayı yukarı kattan seyreden teyzem, “..elin delisine hayran oluyorlar, benim yüzüme bile bakan yok!..” diye sinirlenirdi.
Bir de bu evde hiç unutmadığım, bahçedeki derin kuyudur. Üzerinde büyük bir çıkrık ve upuzun iple ona bağlı bir de kovası vardı. Küçükken yanına pek yanaşamazdık. Çünkü bizi korkutmuşlardı: “Kuyu anası varmış, eğilip bakan çocukları kuyunun içine çekip alırmış..”diye! Aklım erip ürke ürke içine baktığımda şaşırmıştım, bu kuyuyu kim açtı, o duvarları nasıl ördü diye.
Birkaç ağacı olan bahçenin bir köşesine dayım kümes yapmış tavuk besliyordu. Asıl niyeti, taze yumurtayla kızkardeşini beslemekti. Pek arkadaş edinemediğinden olacak, teyzemin Sarman ve Mestan isimli iki kedisi vardı. Bahçede yaşayabilecekleri muhafazalı bir yer olmadığından, kış aylarında teyzem bütün hayvanları üst kata taşırdı. Bu arada tavuklar ve kediler ihtiyaçlarını ortalıkta giderdikleri için, bu işe bir çare bulmuş, terzilik-modacılık marifeti göstererek eski basma entarisinden donlar dikmişti. Sanki çil tavuk başkasının donunu giymezmiş gibi, çamaşırlar karışmasın diye, tavuklara taktığı isimlerin baş harflerini bu donlara işlemişti.  Ölen veya kesilen tavukların donları  başkasına giydirilmez, hâtıralarına hürmeten saklanırdı...
O sıralar teyzem 24-25 yaşlarındaydı ve çağın ölçülerine göre “evde kalmış” sayılırdı. Büyüklerinin bütün düşünceleri onu biran önce evlendirmekti, herkes seferber olmuş ona koca arıyordu. Halbuki teyzem, kedileri ve tavuklarıyla kendisine başka bir dünya kurmuştu. Şimdi de öyle ama, o zamanlar kadınların biraz topluca olanı aranırdı. “Bir dirhem et, bin ayıp örter” di!.. “Kadının iyisi kurna başında belli olur”du!.. “Erkek elini attığında avucuna et gelmeli”ydi!.. “Yemekte salça, kadında kalça aranır”dı!.. Bütün bu târiflerin tersine, teyzem bir deri bir kemikti! Uzun boylu, dalgalı sarı saçlıydı, fakat kilo olarak tahmînen kırkı geçmezdi, sağlığı da yerindeydi. Onu birazcık şişmanlatıp helâl süt emmiş birine yutturmak, herkesin ortak derdiydi. Hiçbir yemeği geri çevirmez, büyük bir iştahla yerdi ama, bir gram bile almazdı. Bu sıskalığı aklının bir karış yukarıda olmasından mıydı, kısmetinin kapalı oluşundan mıydı bilemiyorum. Zaman zaman “evde kaldım!” diye ağlama nöbetlerine girer, kendisiyle ilgilenmediklerini söyleyip çevresini suçlar, bu yüzden sık sık aile içi dargınlıklara sebeb olurdu. Konuşulacak fazla konu olmadığından, birinin sözünü öbürüne naklederken bire beş katar, o dinleyen de üstüne  ilâve edince ailede sürtüşmeler başlardı.
Bu yüzden, ona bir an önce bir koca bulmak tek kurtuluş yoluydu. Bulunmuyordu ki!.. Câzip hiç bir yanı yoktu. Güzel sayılmazdı.. Sıskaydı.. Huysuzdu… Bütün bunlardan önce de “fakir”di... Kim ne yapsındı bu kız kurusunu?.. Geniş bir saha içindeki bütün potansiyel kocalar göz altındaydı. Ayrıca eş-dost herkes, “Remziye’ye koca bulmaları için tenbihli” idiler. Bu geniş kapsamlı çalışma ender de olsa semere verir gibi olurdu. Koca adayının ailesinden “filanca gün gelecekleri” haberi alınır alınmaz âbiler-ablalar seferber olur, teyzemi görücüye çıkarma tezgâhı karınca-kaderince süslenirdi. Kimileri evi siler süpürür, kimisi de, gelenlere, “Remziye’nin mârifeti..” sözüyle ikram edilecek nefis kurabiyeler, börekler yapar, kimileri kızı hamama-berbere, götürür kimi elbiselerini-takılarını verirdi. Mesele elbette “vitrin” meselesiydi, damat adayının annesi iknâ oldu mu, iş bitti demekti!..
Hepsi iyiydi de, bu tahta gibi kızın göğüsleri ve kalçaları gelenlerin ilk bakacakları yerdi… İşte bu meseleyi öyle bir çözdüler ki, benim de asıl anlatmak istediğim budur.
Misafirlerin gelişine bir saat kala teyzemin görünüşü nasıl değişti?.. Hazırlıkları kenardan seyreden ben, bir mûcize karşısındaydım, teyzemi tanıyamıyordum.. Ne göğüs ne kalçadan nasibi olmayan teyzem gitmiş, Sophia Loren gögüslü ve kalçalı biri çıkmıştı ortaya!.. Remziye Teyze’min göğüsler kendinden evvel gidiyor, kalçalar arkadan geliyordu! Hazırlıkların yapıldığı odaya gerçi beni sokmuyorlardı ama, ortada bir şeylerin döndüğünü hınzırca gülümsemelerden sezinlemiştim.
Kızkardeşlerimi biraz sıkıştırınca olayı öğrendim. İçine pamuk doldurdukları doksanbeş numara bir sutyeni teyzeme takmışlar; özel dikilip “varsayılan kalça”nın üzerine oturttukları yastıkları da ustalıkla bağlayıp entariyi giydirmişler ve bu eseri meydana getirmişlerdi!.. Yüz boyanıp rastıklar çekilmiş… Yanaklar kan damlayacakmış gibi kırmızı...
O yastıklarla oturmasına imkân olmadığından teyzem ortalıkta dolanırken görücüler geldiler. Hâl- hatır sormalar, ikramlar, konuşmalar, herşey yolunda giderken, o kahrolmayasıca velet bir çuval inciri berbat etti… Gelenlerin dört yaşındaki kızı, çay-kahve için odaya girip çıkan teyzemin peşindeydi. Velet bir ara teyzemin eteğini çekip poposundaki yastığı kaydırınca, “sahte basen”biri yerinden oynayıverdi. Şimdi, kalçanın biri yukarıdayken öbürü aşağıda duruyordu! Boşuna dememişler “çocuk da tavuk da muzıra gider” diye. Veledi engellemek mümkün olmamış, bütün çabalar boşa gitmişti…
Bizimkiler bir daha bu duruma düşmemek için ilk tedbir olarak, yine böyle hazırladıkları teyzemin Çarşıkapı’da Yurt Fotoğrafçı’sında çekilmiş boy resmini çoğalttırdılar, resimlerin arkasına, “filancaya ölmez hâtıra..” ,veya “..ben birgün toprak olsam da bu resim ebediyyen kalacaktır..” gibi yazılar yazarak herkese dağıttılar. Reklam tutmuş, talip sayısında gözle görülür artış sağlanmıştı. Bizimkiler önceden, “aman ne olursa olsun şu kızı verelim” derlerken, bu sefer de, “ama hiç olmazsa sabit geliri olan bir memur çıksa..” diyerek damat adayı seçmeğe başladılar.
Bu tuzağa düşenlerin biri, babamın daire arkadaşla-rından Regaip Enişte’ydi. Adamcağız, resmini gördüğü 90-60-90 ölçülü dilbere âşık olmuştu. Kırk yaşında ve hiç evlenmemiş enişte adayımız babamla yemeğe çıkıp baldızına tâlip olduğunu söyleyince, babam, bütün gün beraber oldukları arkadaşına, yastıkların ve pamukların miktarlarını bir miktar tenzil ederek söylemiş, adamcağız herşeyi kabûl ettiğini bildirince de “teyzemi verdiğini” söylemiş.
Annem, “olay meydana çıkınca ne olacak?.. diye sorunca, babam: “Ben bir kısmını söyledim. Baldızımın geri kalanını da kontrol etmedim ki, nereye ne kadar pamuk koyduğunuzu bileyim…” demişti.
Regaip Enişte ve Remziye Teyze’min düğünleri Çınar Karakolu yanındaki salonda yapıldı. Bu kadar geç ve zor evlenmesine rağmen erken vefat eden Regaip Enişte’den sonra, hayatındaki rötarı kapatmak istercesine Remziye Teyzem, yine  ömürleri kısa iki kocaya daha vardı...

No comments:

Post a Comment