NİGÂR ABLA

Ağaçayırı, iki sokağın ortasında bir alandı. Biz iki sokakta da oturduk. Kiramızı muntazam ödediğimiz ve üç çocuklu olmamıza rağmen kimseye zarar vermediğimiz için evsahiplerince tercih edilirdik. Bu yüzden, Nûriye Teyze’nin evine taşındığımızda, eski mal sahibimiz Hatice Teyze “benim kiracımı ayarttın” diye Nûriye Teyze’ye bir süre dargın  kaldı.
Bu sokağın renkli simâların biri, Tâhir Amca’larla bizim evin arasında oturan Nigâr Abla’ydı. Yaşı  ileri olmasına rağmen öyle ufak-tefekti ki, bizler de ona Nigâr Abla derdik. Kısa boylu ve zayıf görüntüsüyle, sanki yaşını küçültmek ister gibi genç kız edâlı hareketleri vardı. Evlenmeyip yalnız yaşadığı için olacak, hareketleri yaşıyla mütenâsip değildi. Annem yaşında fakat büyümemiş bir ablaydı. Büyüklerimiz onun hakkında, o zaman mânâsını bilmediğimiz bir deyim kullanırlardı: “Bâkire Hanım!”… Ama yüzüne karşı herkes kendisine “Nigâr Abla” derdi. Çok saf bir insandı,  her söylenene inanırdı. Onun  özelliklerini bizim kadar mahalle-ye gelen esnaf da öğrenmişti. Kapısının önünde durup bağırmadan geçmezlerdi. O hemen  evden fırlar, çoğu zaman satıcının ismiyle hitap ederek:
-Ahmet Efendi!.. Çok bağırıyorsun, ucuzluk mu getirdin, domatesi kaça vereceksin?
-Pazarlıklı mı, pazarlıksız fiyat mı sorarsın?..
-Zaten çürük-çarık veriyorsun, bâri fiyatta kazıklama.
-Angi çürük-çarık Bâkir.. şey, Nigâr Ablacığım seni yabancı mı tutarım?
-Ben tek  kişiyim, senin için önemli müşteri sayılmam.
-Yapma be abla, üyle da olsa benım içın iyi muşterisın. Em, tek oluşunda suç kimındır? Varaydın taliplerından birına, yapaydın bi kaç çucuk, sen da  olurdun kalabalık…
-Ah Ahmet Efendi, bu işler kısmet meselesi...
-Yok, etmem kabul! Sen iyi kadınsın, bulacağım sana bir hangi koca. Sen da gür bakalım Arnavut Amet ne adamdır...
-Ben artık kocayı n’âpim Ahmet efend?..
-Deme öyle. Lazımdır insana yaşlılıkta karı ilan koca.. Evın içınde bir nefes gerek. Hastalanırsın koşar yardımına. Yoktur şimdiki çocuklardan fayda. Razı olsan bulurdum sana koca. Ama sen benim sebzelere bulduğun gibi bahanelerle  adamlara ne kulplar taktın kimbilır?..
-Benim bu yaştan sonra kahır çekecek, başkasına bakacak hâlim yok. Zengin biri olursa belki… Yoksa zamanında evlenirdim. Beni kimler istemedi ki… Hergün eve görücü gelirdi de rahmetli babam, “kızım kahve parası yetiştiremiyoruz annene söyle limonata yapıp kuyuya sarkıtsın başka türlü başa çıkamıyacağız” derdi. Gelenler o pırıl pırıl yerlere, tozsuz ayna gibi camlara, pişirdiğim mis gibi kahvelere hayran kalırlar, alımlı yürüyüşümü de görüp oğullarına alabilmek için ne dil dökerlerdi...
Oyun tamamdır. Artık Nigâr Abla’nın bam teline basılmıştır. Ahmet Efendi’nin biraz mola vermek için başlattığı sohbet, konu-komşunun sabah eğlencesi için oraya toplanmasını sağlardı. Komşulara, “Bâkire Hanım sohbeti başladı” sinyali gider, herkes işini gücünü bırakır, tencerelerini, bozuk para çantalarını alır, sanki alışverişe gelmişler de sohbetin bitmesini bekliyorlarmış gibi tezgâha katılırlardı. Konuşmanın en hararetli yerinde Nigâr Abla izin ister, bir çırpıda kahve yapar getirirdi. Kimin nasıl içtiğini bilir ona göre şekerli, orta, sâde, tek tek uğraşırdı. Kapının önüne iskemleler konur, gelenlerin bir kısmı kapı eşiğine veya kenardaki taşlara otururlardı. Söz uzayınca Nigâr Abla gene koybolur, bu sefer de mevsim meyvelerinden ikram ederdi.
Parası nereden gelirdi bilmiyorum ama, eli açık ve ikramı boldu. Esnafla pazarlığı sevmesi, ya konuşacak insana hasretinden, ya da parası kıt olduğundandı. Bâzan öyle fiyatlar teklif ederdi ki, onu tanımayan esnaf söylene söylene giderdi.
Çalışmadığından ve evlenmediğinden, sanırım babadan emekli maaşı alıyordu. Cüz’i bir kira ödemekteydi. Pazarlıkta açıkgöz oluşuna karşı, çok temiz kalpli ve saftı. Her hurâfeye inanır, masal dinlemeğe bayılırdı. Sokaktakileri zaman zaman toplayıp onlara kitap okuyan babamın müdâvimlerindendi. İntikāli yavaştı. Sayfa sonlarında okuyanın yüzüne mânâsız bir ifadeyle bakar, babam bunu gördüğünde, olayları bir de onun anlayacağı şekilde özetlerdi. Hayvanları çok severdi. Hazret-i Süleyman’ın her hayvan dilini bilip hepsiyle konuştuğunu söylerdi. Kedinin mırıl mırıl birşeyler anlattığını, köpeğin, kuşun, horozun, çıkardıkları seslerle konuştuklarını,  ama kendisinin onlara karşılık veremediğini üzülerek anlatırdı. Bu huyunu bilen sebzeci Arnavut Ahmet Ağa kapısının önüne geldiğinde:
-Çüşş bre karakaçan, dur bakalım Nigâr Abla ne der…
diye merkebiyle konuşur sonra da hayvandan cevap alıyormuş gibi kulak kabartır:
-Elbet dün alışveriş etti de, misafiri gelmiş sebzeyi bitirmiştir.
Nigâr Abla pencereden kafasını uzatıp sorar:
-Kiminle konuşuyorsun Ahmet ağa?..
-Kiminle olacak be abla, n’olsa eşek işte, bana der ki, Nigâr Abla dün etti alışverişini…
-Nereden biliyor?..  Yoksa senin eşek konuşuyor mu?
-Elbette abla. Tam beş senedir konuşur. Artık içli-dışlıyız. İnanmayacaksın ama, üçüncü karım Ayşe’yi de o seçti bana…
-Ay, şaşırdım vallâ! Hem konuşuyor, hem de akıl veriyor ha?... Nerden buldun böyle konuşanını? Ah, bir de ben anlayabilsem hayvanların dilinden…
-Al bir kuş veya kedi, ufaktan başla bakalım neler derler sana. Bizimki de geldiği gün konuşmaya başlamadı ki. Bana itimat etmesi için üç sene geçti. Bunlar şüphecidir.
-Demek ki zamanla olacak…
-Elbetta.. Ancak unutma, benimki eşek olduğu için üç sene sürdü. Kedi, köpek, kanarya ila daha çabuk anlaşırsın.
Ahmet Ağa’nın bu takılmalarını ciddiye alan Bâkire Abla’nın evi kısa zamanda hayvanat bahçesine döndü. Kedi, köpek, kuş.. hızını alamayıp bahçesine kümes yaptırıp tavuk baslemeğe başladı. Kulağı kirişte, hergün bir hayvan tarafından adıyla çağrılmayı bekliyordu. Durumu bilen çocuklar vantrilok gibi ağızlarının bir kısmını büzerek garip seslerle onu kandırırlardı. Bâzan, duyduğu sesleri sahi zannedip gelen geçene o gün hayvanının onu çağırdığını, pek yakında da konuşabileceğini söylerdi. Açık penceresinin önünden geçenler, kedisine veya kuşuna, “..hadi artık güvenin bana, derdinizi anlatın, ben sizi yabancı tutmuyor herşeyimi anlatıyorum… Adımı söyle, konuşalım..” dediğini, bıkmadan yorulmadan “Nigâr.. Nigâr.. Nigâr..” diyerek hayvanlara ismini ezberletmeğe çalıştığını duyarlardı...

No comments:

Post a Comment