KOCA MUSTAFA PAŞA KİMDİR?..

Halkın sevgi ve saygısını küçük yaşta kazanan Osmanlı şehzâdesi Cem Sultan (1459-1495), babası Fâtih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481 günü vefâtı üzerine yeniçerilerin tahta çıkarmak istediği ağabeyi Bâyezid’e başkaldırmış, üzerine yollanan orduyu dağıtarak Bursa’yı ele geçirmiştir. Adına para bastırıp hutbe okutmuş ve ağabeyine, “Devlet’in ikiye bölünmesini, Anadolu’nun kendisine verilmesini” teklif etmiştir. Bu teklifi reddeden Bâyezid’le yaptığı savaşta Cem yenilmiş, yaralı olarak önce Konya’ya oradan Kahire’ye geçmiştir. Bir süre sonra Karamanoğlu Kāsım Bey’in dâvetiyle tekrar Anadolu’ya dönmüş, birlikte bir ordu kurarak Konya ve Ankara’yı kuşatmışlar, ama bu iki şehri de alamamıştır.
Cem, Bâyezid’in üzerine geldiğini haber alınca kaçarak Rodos Şövalyeleri’ne sığınmış ve 13 yıl sürecek bu kaçış Hıristiyan âlemi için bulunmaz bir nimet olmuştur. Cem Sultan’ı korumak üzere  Osmanlı Devleti’nden her yıl kırk-kırkbeşbin duka altını alan Hıristiyanlar, aynı zamanda herhangi bir savaş girişimine karşı Cem’i ellerinde koz olarak tutmuşlardır.
Papa Sekizinci Innocente, hayâl ettiği yeni bir haçlı seferinde Cem’i kullanmayı düşünmüş, bu yüzden Cem 4 Mart 1489’da Roma’ya götürülmüştür. Pâdişah İkinci Bâyezid bunu haber alınca, Cem’i korumaları için şövalyelere vermekte olduğu parayı Papa’ya göndermiştir. Üç yıl için 120.000 duka altını tutarındaki parayı 30 Kasım 1490’da Roma’ya götüren Koca Mustafa Paşa’dır. Papa Innocente’nin ölümünden sonra Fransa Kralı Sekizinci Charles, yine siyâsi emelleriyle Cem’in Napoli’ye gönderilmesini yeni Papa Altıncı Alessandro’dan istemiş, ve Cem işte bu yolculuk sırasında hastalanarak 8 gün sonra 25 Şubat 1495 günü Napoli yakınlarındaki Castel Capuana’da ölmüştür. Cem Sultan’ın, böyle değerli bir rehineyi elinden kaçırmayı bir türlü kabûllenemeyen Papa Alessandro Borgia tarafından zehirletildiği sanılır.
İkinci Bâyezid kardeşinin ölümünü haber aldığında üç gün yas ilân edip gıyâbî cenâze namazı kıldırtmıştır. Tahnit edilmiş cesedi Napoli’nin kuzeyindeki Gaeta’da toprağa verilen Cem’in cenâzesi bile kazanç konusu yapılmak istenmiştir.  Pâdişah’ın 1495 Mayıs ayında bir elçi gönderip istettiği kardeşinin cenâzesini Fransızlar  vermemişler, 1496 Şubat’ında ikinci bir elçi gönderildiğinde, “cenâzeyi 50.000 duka altınına satacaklarını” söylemişlerdir. Sonra ülkesini Fransızlardan kurtaran Napoli Kralı Frédéric’e gönderilen bir elçiye, bu kral da, elindeki cenâzeyi  beşbin duka altına satmak istemiştir. Ayrıca Papa,  Cem’in cenâzesini Kral’dan alıp Pâdişah’tan para koparma gayretine düşmüştür.
Nihayet İkinci Bâyezid, 1499 Ocak ayında Napoli Kralı’na savaş gemisiyle bir elçi daha göndermiş ve sekiz gün içinde Cem Sultan’ın cenâzesi teslim edilmediği taktirde Türk Ordusu’nun İtalya sâhillerini işgâl edeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine 29 Ocak günü, dirisi 13 yıl, ölüsü 4 yıl gurbette kalan Cem’in tâbutu törenle San Cataldo İskelesi’ne getirilip Türk gemisine teslim edilmiştir. Fâtih Sultan Mehmed’in 23 Aralık 1459 günü Edirne Sarayı’nda doğan üçüncü  oğlunu taşıyan gemi, Avlonya’da bekleyen Türk filosunun refakatinde önce Gelibolu’ya, sonra Mudanya’ya gelmiş ve Cem Sultan, babaları Fâtih’in sağlığındayken ölen ağabeyi Şehzâde Mustafa’nın Bursa Muradiye’deki türbesine büyük ve hazîn bir merâsimle defnedilmiştir. Cem Sultan’ın hâtırasını, kendisine ait bir mısrâ ile analım: “Hayfâ ki geçdi bilmedik, ol hoş zemân idi…”
Kimi kaynaklar, Cem Sultan’ın, sarayda yetişip kapucubaşılığa yükselen Fransız asıllı Koca Mustafa Paşa tarafından öldürüldüğünü ileri sürerler. Bunlara göre Koca Mustafa Paşa İtalya’da Cem Sultan’ın yanına gitmiş, Fransızca bildiğinden Cem’in çevresine sokulmuş, asıl mesleği berberlik ya da tellâklık olduğundan, Şehzâde’yi tıraş ederken usturasına sürdüğü “geç etkileyen bir zehir”le Cem Sultan’ın zaman içinde ölümünü hazırlayıp  İstanbul’a dönmüş ve bu  hizmetine karşılık olarak da kendisine Rumeli Beylerbeyliği verilmiştir!..
Baba ismi Abdülmuin olarak kaydedilen Koca Mustafa Paşa’nın Rum ya da Fransız asıllı olduğu söylenir. Enderun’da yetişmiş, berberlik ya da tellâklık yapmış, Şehzâde Bâyezid’in dostluğunu kazanmış, 1487’de kapıcılar kethüdâsı, iki yıl sonra kapıcıbaşı olmuştur. Bu görevdeyken, Fransa’dan Roma’ya gönderilen Cem Sultan’ın gözaltında tutulması karşılığı İkinci Bâyezid’in Papa’ya ödeyeceği parayı 1490 Kasım’ında götürmüş, Papa’ya ve Napoli Hâkimi’ne Pâdişah’ın mektuplarını teslim etmiş, Cem tarafından da kabûl edilerek yine İkinci Bâyezid’in kardeşine mektubunu ve hediyelerini  sunmuş, Şehzâde’yi teselli edici sözler söylemiştir ki, Cem Sultan’ın ölümü  bu ziyaretten beş yıl sonradır...
1499 Mora Seferi sırasında Rumeli Beylerbeyi olan Koca Mustafa Paşa’nın Ekim 1505’de sadrâzamlık mührünü taşıdığı kaydedilir. Venedik kaynaklarına göre 1506’da Sadrâzam’dır. O yılın sonbaharında bu görevden alınmış, 1512’de tekrar Sadrâzam olmuştur.
İkinci Bâyezid’in şehzâdeleri Ahmed ve Selim arasında zaman zaman bir tarafı tutan Koca Mustafa Paşa, sonunda, Şehzâde Selim’in pâdişah olması için İkinci Bâyezid’i tahttan ferâgate râzı etmiştir. Yavuz Sultan Selim adıyla tahta çıkan Pâdişah, 23 Kasım 1512 günü Koca Mustafa Paşa’yı Bursa’da âni bir kararla idam ettirip Pınarbaşı’na gömdürtmüştür.
Yavuz’un gazabına üç ihtimâl sebep gösterilir. İlki, Paşa’nın hâlâ Şehzâde Ahmed’i tahta geçirme gayreti içinde olduğu söylentileridir. İkincisi, Cem Sultan’ı Koca Mustafa Paşa’nın öldürdüğü ya da öldürttüğü ihtimâline bağlanır.  Pâdişah, Bursa’da kardeşi Cem Sultan’ın mezarını ziyaret ederken duygulanmış ve Paşa’yı öldürtmüştür.
Üçüncü ihtimâl ise, Selim’in tahta çıkmasından sonra devlet yönetimiyle Halvetîler arasındaki sıcak ilişkinin kopma noktasına gelmiş olmasıdır…
Görüldüğü gibi, ihtimâller söylentilere dayanmaktadır ve işin doğrusunu hiç şüphesiz Allah bilir.
Y. Mimar İ. Aydın Yüksel, Osmanlı Mîmârîsinde II. Bâyezid-Yavuz Selim devri adlı eserine; “Koca Mustafa Paşa; frenk veya rum asıllı olup bir rivâyete göre dellâklıktan yetişmiştir. 886/1481’de Hazinedarbaşı, 892/1487’de Kapıcılar Kethüdâsı, 894-98/1489-92 arasında Kapıcıbaşı, 901/1495’de Avlonya Sancakbeyi, 903/1497’de Gelibolu Sancakbeyi, 903/1497’de veya 904/1498’de Rumeli Beylerbeyi, 906/1500 veya 908/1502’de vezir, 917/1511’de vezîr-i a’zâm olmuş, Yavuz’un ilk senelerinde mevkiinde kalmış, Cem Sultan’ın zehirlenmesindeki rolü, Şehzâde Ahmet’le muhaberâtı ve bâzı şüpheler üzerine, Yavuz’la birlikte Bursa’da iken 918/1512’de idam edilmiştir. Kabri Pınarbaşı’ndadır…” kaydını koymuştur.
Koca Mustafa Paşa, İstanbul’da adını taşıyan semtte, aynı zamanda Sünbülefendi Câmii diye de anılan câmiinin yanında kendisi için yaptırdığı türbeye gömülememiştir. O türbede Paşa’nın kızı ve bir rivâyete göre aynı zamanda Şeyh Sünbül Sinan Efendi’nin eşi Safiye Hâtun yatmaktadır. Başka bir rivâyete göre Safiye Hâtun, Sünbül Efendi’nin şeyhi Cemâleddîn Halvetî’nin kızıdır.
Kocamustafapaşa Câmii ve Külliyesi, Bizans devrinde burada var olan bir manastır-kilisenin yerine yapılmıştır. Bu bölgede ayrıca, suçluların ve idam edilenlerin gömüldüğü bir mezarlığın bulunduğu da söylenir.
Bizans'ın bellibaşlı ibâdet yerlerinden biri olan Hagios Andreas en te Krisei adını taşıyan manastırın, Bizans halkına hıristiyanlığı kabûl ettirdiği söylenen havârî Andreas’a ithaf edildiği kaydedilir. Semâvi Eyice ve Baha Tanman hocalar, bu manastırın ne zaman kurulduğu hakkında açık bilgi olmadığını, ancak, bina içinde ve civarındaki araştırmalarda ele geçen parçalar ve sütun başlıklarının, burada 6. yy’a doğru inşâ edilmiş bir ibâdet yerinin varlığını kanıtladığını yazmaktadırlar (Dünden Bugüne İstanbul Ansiklope-disi, cilt: 5, ss. 30-34). Bu bilgilerin devamından öğrendiklerimiz şunlardır:
Bizans’taki İkonoklazma (tasvir, resim kırıcılar) akımı sırasında 20 Kasım 766 günü idam edilen Giritli azîz Hosios Andreas’ın rölikleri buraya gömüldüğünden, halk zamanla manastırın adını bu azîze bağlamış ve yapı Hosios Andreas en te Krisei adıyla anılmağa başlanmıştır. İkonoklazma hareketinde çok tahribat gören manastır İmparator Birinci Basileos (867-886) döneminde onarılmıştır. 1204-1261 arası süren Haçlı istilâsından sonra İmparator Sekizinci Mihael Paleologos’un yeğeni Theodora tarafından manastır 1284’e doğru büyük değişikliklerle âdeta yeniden yapılmış, bir kültür merkezi hâline sokulmuştur. Theodora hayatının son yıllarında bu manastıra çekilmiş ve 1300 yılında ölüp buraya gömülmüştür.
Bu yeniden yapılışın en önemli özelliği, şimdiki Koca-mustafapaşa Câmii’nin aslı olan kilisenin külliyeye eklen-mesidir. Ayios Andreas Manastırı, etrafı geniş ve bağlık alanlarla kaplı az nüfuslu bir bölgede yer aldığından, Fetih’den hemen sonra câmie dönüştürülmemiştir.
Mimar Aydın Yüksel diyor ki:
“İstanbul’da Sünbül Efendi Câmii adıyla bilinen Kocamustafapaşa Câmii ve civarındaki eserler bir manzûme hâlinde câmi, medrese imâret, zâviye, mektep, türbe ve hamamdan teşekkül etmiştir…Koca Mustafa Paşa’nın İstanbul içinde ve dışında başka eserleri de vardır.
Kocamustafapaşa’da: (Sulumanastır Câmii),
      Çiftehamam, Safiye Hâtun Türbesi
Ayvansaray’da: Atîk Mustafa Paşa Câmii ve Hamamı
Beyazıt’ta: Büyük ve küçük han
Avlonya’da: Hamam
Tatarpazarı’nda: Hamam
Yenicekarasu’da: Hamam , imâret
Serez’de: Hamam
Nevrekob’da: Câmi, mektep, hamam
Usturumca’da: Hamam, câmi, imâret, zâviye
İnebahtı’da: Kervansaray
Draç’da: Hamam
Selânik’de: Büyük ve küçük kervansaraylar
Kocamustafapaşa Medresesi, câminin güneybatısında olup mektebin yeri bilinmemekte, Sünbülefendi zâviyesinin de kaç hücreli olduğu tesbit edilememektedir. Hamam kadın ve erkekler bölümünden ibarettir. Sâde ve basit kurnaları bulunmaktadır. Câmi, ibâdet için İstanbul’da kiliseden câmie çevrilenlerin içinde diğerleriyle karşılaştırılmayacak derecede aydınlık, ferah ve islâmî şartlara, ibâdete en uygun olanıdır. Dışı muntazam taşlardan yontulmuş bir duvar içine alınmış, kilise zamanında birtakım çapraz tonoz ve kubbelerle örülmüştür. Esas kubbe dört pâye arasında uzanan dört büyük kemere bindirilmiş kare kule hâlinde yükselen mekânın üstü sekiz köşe kasnaklı, pencereli bir kubbeyle kapatılmıştır. Kuzey ve güney cihetleri üzerleri yarım kubbeyle örtülmüştür. Bina öyle büyük bir değişikliğe uğramıştır ki, dışarıdan daha önceleri kilise olduğunu anlamak imkânsızdır. Üzerindeki yarım kubbelerin aynısı Beyazıt Câmii’nde de görülmektedir. Kocamustafapaşa Câmii 1486’da yeni baştan yapıldığına, Beyazıt Câmii ise 1505-1506 yıllarında inşâ edildiğine göre Türk mimârisindeki bu yeni tipin öncüsü tarihler açısından bu câmidir ve burada ilk defa tatbik edilmiştir. Kilise iken batı-doğu istikametinde ince uzun bir binanın onbeşinci asır sonlarında câmi hâline gelişinde birçok güçlükle karşılaşılmış, bunlardan en önemlisi de mihrâbın kıble istikametine ayarlanması olmuştur. Türk mimar, binânın aksını doğudan hafifçe güneye çevirerek çarpık bir bina meydana getirmemek için yapıyı kuzey-güney istikametine çevirmiştir. Ancak burada büyük bir dehâ göstererek o kadar güzel buluşlar yapmıştır ki, binâya hem istenilen kıble istikametini vermiş, hem de saflar hâlinde sıralanmaya imkân yaratmıştır.
Câminin mimarının kim olduğunu bilen yoktur. O zamanlarki isimler Atîk Sinan, Mimar Ayas, Kemâlettin ve Mimar Hayrettin olup ilk iki isim Fâtih’in, sonraki iki isim İkinci Bâyezid devrine ait mimarlar olarak bilinirler. Daha önceleri yazdığımız gibi örtü şeması yönünden Beyazıt Câmii’ni yapan usta, sanki ilk tecrübesini ve binâ maketini burada denemiş gibidir. Diğer taraftan benzerlik Üsküp’te 1502’de yapılan Yahya Paşa Câmii’nde görülmektedir. Ayrıca minare kürsüsünün benzerine Edirne’deki İkinci Bâyezid Külliyesi câmiinde rastlanmıştır. Bütün bunlardan bir netice çıkartmaya çalışırsak; aynı mimarın Üsküp, Edirne ve İstanbul’da çalışmış olması ve en yakın ihtimâl de bu  mimarın Hayrettin olmasıdır.”
                                                     * * *

No comments:

Post a Comment