ANAHİT - ERSEN

Kocamustafapaşa halk otobüslerinden birinin sahibiydi Ersen’in babası. İstanbul’da araçların en kıt bulunduğu zamanda en geçerli bir meslekti bu. Hele bizim semtte ulaşım için başka vasıta olmadığından, Eminönü ile semt arasında durmadan vızır vızır işliyor iyi para kazanıyordu. Ersen, istikbâli nasıl olsa hazırlanmış, işi hazır diye (okumayı da pek sevmediği için) okulu bırakıp çalışmağa yöneldi. Biletçiye yardımcılıkla işe başlayıp, sonra biletçiliğe, daha sonra da şoförlüğe yükseldi. Gün gelip otobüs artık dökülmeğe, hergün masraf çıkarmağa başladığında onu sattı. Başka mesleği olmadığından, bir taksi alarak hayatını devam ettirdi. Yakın zamana kadar Mısır Çarşısı’nın Büyük Postane kapısı önünde karşılaşır, eski günleri yâd ederdik. En çok sözünü ettiğimiz de, tek aşkı Anahit’le ilgili konulardı.
Anahit, onbeş-onaltı yaşlarında, kahverengi gözlü güzel giyinen çıtı-pıtı, alımlı bir Ermeni kızıydı. Gözlerinin rengini bu kadar rahat hatırlayışım, onun göz süzüşünden hepimizin nasibi  olmasındandır... Öyle bir bakış fırlatırdı ki, büyülenmiş gibi onu takip ederdik. Pek güzel değildi ama, hani “Bir bakış baktı, kalbimi yaktı” diye bir şarkı vardır, Anahit’in bakışları da öyleydi ve biz emsâl gençler arasında konuşulan en önemli konuydu. Onun o bakışlarından kurtulabilen yoktu. Bacakları, gözleri, göğüsleri değil, illâ gözleri çok şey anlatılırdı. Aramızda güzelin tarifi yapılırken, hayranlığımızı, “şunun şurası, bunun burası, ama bir kızda muhakkak Anahit’in gözleri olmalı” diye dile getirirdik.
Samatya tren istasyonu yanındaki çıkmaz sokak üzerinde bir evde annesi ve ağabeyi ile otururlardı. Bakışları dâvetkârdı ama, peşinden gidip arkadaşlık etmek hiçbirimizin aklına gelmiyordu. Biz bunu olağan karşılıyorduk. Yalnız, Ersen çok ciddîye alıyordu. Samatya’dan trene veya tramvaya binmek varken Anahit epeyce yürür, Kocamustafapaşa halk otobüslerine gelirdi. Ersen için, beğenildiğini gösterir bir haklı sebepti bu… Demek ki Ersen’in aşkına geliyordu. Üstelik, sırada Ersen’lerin otobüsü yoksa bekler, özellikle ona binerdi.
Çocuk haklıydı. Anahit her türlü yakınlaşmayı gösteriyordu. Kız otobüse bindiği zaman Ersen’in  tavırları değişir, ağzı kulaklarında herkesle şakalaşır, “ne çok tanıdığı var” havası için herkesle selâmlaşıp sohbet eder, kızlar tarafından “ne çok parası var” denilsin diye göstere göstere bilet paralarını sayardı. Otobüs hareket edince açık kapıya sırtını verir, kızın gözleri gözlerinde Eminönü’ne kadar gelinir, herkes iner, Anahit de Sultanhamam’daki terzilik işine giderdi. Akşam dönüş zamanını denk getiremiyordu ama, onun kıza olan ilgisini bilen diğer muavinler sabah saatlerinde sırasını ona devrederlerdi. Elbette Ersen âşıktı ve hepimiz ona yardımcı olacaktık…
Onu uyarmak için birkaç kere, “onun bu bakışı herkese eşit dağıttığını” söyledik. Ama o, “bana bakışı başka, hem gelip benim arabama biniyor, yol boyunca gözünü ayırmıyor. Son zamanlarda tebessüm etmeğe de başladı..” diye, görmek istediklerini sıralıyordu. Tek çare artık onları tanıştırıp konuşturmaktı. Fakat kızı yeterince tanımıyorduk. Ersen’i, “hadi artık yolda çevir, açıl, bu işi bitir..” diye yüreklendirmeğe başladık. Bu iteleme neticesini gösterdi. Anahit bir akşam iş dönüşü her zamanki gibi Çınar Karakolu durağında inince, Ersen de görevini devredip kızın peşine düşmüş. Bir süre kız önde o arkada yürümüşler. Ersen, günlerce ezberlediği sözleri imtihana giren talebe gibi tekrar ederek, “şunu sorarsa bu cevabı vereceğim” diye, aradaki mesafeyi muhafaza edip kızı takip etmiş.
Bir süre böyle gidildikten sonra kız herhâlde durumdan sıkılmış, oğlana cesaret verip yanına gelmesini temin için bir köşede durmuş, yanına gelmesini beklemiş. Bu âni karşılaşmaya hazır olmayan Ersen telâşlanmış, gene birşey söylemeden  kızın önünden geçmiş. Bu sefer Ersen önde kız arkada yürümeğe başlamışlar. Böylece, köşe kapmaca oynar gibi sokaklar arasında kâh kız önde Ersen arkada, kâh Ersen önde kız arkada yürümüşler. Kızın evine yaklaşıyorlarmış. Semtte herkes birbirini tanıyor, her an biri görebilir... Oğlandan bir hareket gelmeyeceğini anlayıp sabrı taşan kızcağız, son dönemeçte Ersen’i durdurmuş:
-Zo, hep peşimden geloorsun, ama hiç kelam etmoorsun.. Kuzum, ne istoorsun?..
-Şey, ben… Elbet bir diyeceğim var ama...
-Sen deeceğini değene kadar benim ahbariğim yahut mayriğim görecek. Söyleyeceğini söyle de, peşimden gelme artık...
-Diyeceğim de,  sen bana bakınca diyemiyorum…
-Gözlerim seni rahatsız edoor? Anloorum. arkadaşlık etmek istoorsun  ama kelam edemoorsun…
-Doğru, nasıl söyleyeceğimi bilemedim.
-İsmini biloorum. Belki sen bilmoorsundur diye söyloorum, benimki Anahit… Teşerrüf ettik, ama artık peşimden gelmeyesin. Benimle arkadaşlık etmek mi istoorsun, yoksam evlenmek mi istoorsun?...
Ersen’den ses çıkmayınca, kız:
-Madem ki konuşmoorsun, diyeceğini bir kâğıda yaz da öyle ver!..
diye noktayı koyar, Ersen’i köşede bırakıp gider.
Ersen günlerce fikir sordu, mektubuna başlık aradı. Karaladığı birkaç mektubu yakaladığı her arkadaşına okudu. Otobüsteki işine devam ediyordu ama, Anahit’e ulaştıracağı mektup tamamlanmıyordu. Ne istediğine karar verememişti. Kızla karşılaşmamağa çalışıyor, onun bineceği saatler arabada olmuyordu. O büyük aşkın sahibi Ersen’de bu değişiklik niçin oldu bilir misiniz?.. O güne kadar sadece bilet verip para almış, kızla aralarında hiç konuşma geçmemişti. Anahit’in Türkçesini duyduğu anda bütün hayâlleri yıkıldı.
“Dil mi güzel, dilber mi?..” diye bir fıkra vardır: Her milletten en güzel kızları çağırmışlar. Jüri, İngiliz dilberine, kendi dilinde “gül” demesini söylemişler. Kız, “rose” demiş. Rum dilberi gelmiş, “triyandafili” demiş. Türk dilberi “gül” demiş. Sonunda Ermeni güzeli gelip “vard” deyince, dilin de dilber kadar önemli olduğuna karar vermişler.
Ersen’in aklında kızın gözleri, bakışı, güzelliği değil, sadece konuşması kalmış ve hayâlleri yıkılmıştı. Ersen, “..ben onu kimseyle tanıştıramam, ağzını açarsa benimle alay ederler” diyordu. Bizlere malzeme çıkmış, Ersen’e takılmak için fırsat bulmuştuk. Ona otobüste, yolda, nerede rastlasak, güyâ aramızda, ama Ersen’e duyurarak konuşmağa başlıyorduk:
-Ahbariğim geloor!..
-Zo peşimden neden geloorsun?..
-Beni sevoorsun?.. Yoksam dalga geçoorsun?..
-Beni istemeğe gelmoorsun…

No comments:

Post a Comment